“Hayatımı geri istiyorum!” Geçen yıla ait fotoğraflara bakarken aklımdan sürekli bu cümle geçiyor. “Hayatımı geri istiyorum. Ailemi, dostlarımı, işimi, hayallerimi, ümitlerimi.”
Tükendim sanırım. Oysa kriz zamanlarında hep soğukkanlı ve çözüm odaklı olmakla gurur duyardım! Kimse krizin bitmek bilmeyeceğini söylemedi ki! Söylediler belki de ben inanmak istemedim.
Oysa başta böyle miydi? İlk şoku atlattıktan sonra derhal önlemler, planlar, aksiyonlar! Sağlıklı yaşam, spor, kitap kulüpleri, kişisel gelişim, meditasyon, yoga, blog... İçim boşaldıkça kendimi şarj edecek aktivitelere boğdum. "Geçecek bunlar, sen gününe odaklan, ümitsizliğe kapılma." diye diye Haziran’ı ettim, sonra açık hava, deniz, güneş derken umduğumdan iyi geçti yaz.
Eylül sonu gibi tehlike çanları çalmaya başladı. Bu kış nasıl geçecek? Haydi baharı ne olduğumuzu anlamaya çalışarak, yaz ümidiyle atlattık ama bu kış nasıl geçecek?! Kasım bitti bitiyor, havalar soğudu, salgın çığırdan çıktı, hastanelerde yer yok. Araya afetler, felaketler, ekonomik kriz, “zaytung” haberlerini aratmayacak gündemler de geldikçe dibe battık iyice. Kırk katır mı, kırk satır mı? Ölelim mi, aç işsiz mi kalalım? Hastaneler dolup taşsın mı, ekonomi daha da dibe mi vursun? Felaketlerden felaket beğen! Tecrit bir insanlık suçu, yalnızlık mı, hastalık mı? Seç, beğen, al!
Ve derken korktuğum başıma geldi. Artık şarj tutmayan bir telefon gibiyim işte!
Sürekli şarj ettiğin telefonun sonunda şarj tutmaması gibi, ben de ne yaparsam yapayım, kendimi bir süre sonra dipte buluyorum. Nefes alamıyorum artık. Nefes alamıyorum! Ailemi özledim, dostlarımı, işimi! Seyahat etmeyi, sosyalleşmeyi, yolda karşılaşıp sarılıp öpüşmeyi!
Konserleri, tiyatroları, sinemaları, restoranları! Hayatımı özledim!
1 sene olacak ablamları görmeyeli, annemleri 3 ay. Bir çok arkadaşımla salgından önce görüşmüştük en son. Arada geçen özel günler, doğumlar, cenazeler. Kayıplar, ah kayıplar... Uzaktan uzağa her şey. Zoom, teams, webex, sosyal medya, telefon, ekran, ekran, ekran! Midem bulanıyor ekrana bakmaktan. Ekrana konuşmak, ekranla konuşmak! Yetti artık!
Ve daha kış başlamadı bile! Dibi görmedik yani daha. Of düşündükçe nefesim kesiliyor, içim sıkışıyor! Aşı bulundu diyorlar tamam ama bu basiretsizlikle bize sıra gelene kadar, oooo, ölme eşeğim ölme.
Pollyanna’yı koronodan kaybettik, Allah rahmet eylesin. İyimserlik, umut falan az evvel bitti!
Şarj tutmayan telefon gibiyim işte. Modumu yükseltmek için bir gayret, bir çaba, hoop şarj bir anda dibe inmiş yine fark etmeden. Geçenlerde, kış uykusuna yattığımı ve Mart’ta uyandığımı hayal ederken buldum kendimi. Fena hayal değil, kabul edelim. Kendimden sıkıldım zira. Kendine yetmek bir yere kadar, yeterim de, kendimden bıktım, ona ne yapacağız? Uyusam uyansam bitmiş olsa.
Uyusak uyansak bitmiş olsa, ah! Ne zamanlardı, çok şükür geçti gitti desek. Geçse de “olmuş olması geçmez” tabii ama geçse yine de. Bitse hastalıklar, ölümler, kaygılar, korkular, yalnızlıklarımız. Yaralarımızı sarıp birlikte, devam etsek acemi adımlarla hayatlarımıza.
Pillerimizi değiştirsek, şöyle günlerce haftalarca bitmese şarjımız. Yine geleceğe dair hayaller kursak, planlar yapsak. Kalabalık sofralarda güle oynaya kadeh kaldırsak, sarılsak sımsıkı, kahkahalar atsak koca koca, hafiflesek şöyle bir güzel.
Ah düşünmesi bile ne güzel.
Denecek tek şey kaldı işte geriye.
Bu da geçer yahu, bu günler de biter elbet.
Bitsin artık biz bitmeden!
Aaa, bitti mi?
Aradığınız kişiye ulaşılamıyor.
Hay aksi, yine şarj bitti!
Comments